Buradan daha huzurlu olacağına emin olduğum bir yere gittiğini biliyorum.

Her gün o kadar genç ölüyor ki bu ülkede, kendi acılarımızı bile yaşayamaz haldeyiz. Genç ölümleri istatistik oldu, oysa her ‘sayı’ ayrı bir insan, hikâyesi olan. Bu yazı Boysan için, Boysan’ın ardından.

Pırıl pırıl bir çocuğu toprağa verdik geçen hafta, henüz 31 yaşındaydı Boysan Yakar. Ölümü, erken ölümler zamanlarına denk geldi, konuşamadık bile ardından.
Üç yıl önce bir gün, Şişli Belediyesi’nde danışmanlık yaparken üç tane genç geldi bir gün odama LGBT hareketinden. Sezen Yalçın vasıtasıyla gelen bu üç kişiden biriydi Boysan Yakar, diğerleri Çelik Özdemir ve Sedef Çakmak. Üçü de yaklaşan seçimlerde aday olmak istediklerini, belediye meclis üyesi olarak yer almak istediklerini ve neden bunu yapmak istediklerini anlattılar bana.
Nitelikli, özgür, çalışkan, emek vermiş, iyi yetişmiş üç genç… Birkaç kez geldiler ama o yıllarda onlara açmak istediğim kapıları aralayamadım bile. Çok üzüldüm, sıkıldım, isyan ettim. Anlayışsızlıklar, farklılıkları kabullenmez politika anlayışı, kimlikler ve cinsiyet üzerinden yapılan siyaset yüzünden, bu siyasete neden olan dar bakış açısı yüzünden.
Toplum mu kalabalık mı?
Maalesef Türkiye halkı, toplum olamamış bir kalabalığı andırıyor bugünlerde. Bunu son terör olaylarından tutun, LGBT bireylerin çektiği sıkıntılara kadar her yerde görebilmek mümkün. İnsanlar, hep birbirine benzer insanlarla yiyip içiyor, konuşuyor ve aykırılıkları tuhaflık olarak adlandırıyor.
Üniversite okuduğum yıllarda ‘okulun en ilginç giyinen öğrencilerini’ seçtiğimizi hatırlıyorum, hem de bugünün yüksek lise tadındaki üniversitelerinden birinde değil, Boğaziçi Üniversitesi’nde.
Çünkü farklı seslerden, sözlerden hoşlanmayan anne babalar tarafından “İcat çıkarma” denilerek yetiştirilen çocuklar, üniversitede dahi tek tipliği arıyordu.
Tek tiplik
Kafalarda hep ne olduğu muğlak bir “olması gereken” vardı, onu olmak için birbirimizle yarışırdık, olmayanı veya olamayanı da dışlamıyorsak bile bir başka bakardık. Bu, farklı cinsel yönelimlere geldiğinde hakaretlere dahi varıyordu bazılarında.
Bu topraklar kadar tek tiplik uğruna kan dökülen başka coğrafyalar da var elbette, ama sanki bizim kadar acımasızı, riyakârı yok gibi geliyor. Sürü sepet anket yapılıyor, araştırmalar var; insanımız cinsel kimliğini, etnik kimliğini, inandığı dini değil anketçiye, yakın çevresine bile söyleyemez buralarda. Özgürlüğün herkese benzemeye endekslendiği bu topraklarda dürüstçe, mertçe, olduğu gibi kendini ortaya koyan o pırıl pırıl Boysan, Zeliş ve Mert artık yoklar.
Yeni gençlik
Lisansı bitirdiğim okulda yirmi yıllık hocayım artık… Harika bir gençlik geliyor. Memleketi kerameti kendinden menkul yaşlı başlı adamlar yönetseler de her türlü farklılığa ve özgürlüğe saygılı bir gençlik de geliyor. İlk işaretlerini Gezi’de verdi:
Onlar, tahammülsüz iktidar kendilerine musallat olmadığı sürece yanlarına farklılıklarını alıp birbirleriyle oturup konuşabiliyorlar, hatta birlikte direnebiliyorlar!
Boysan, Çelik ve Sedef özelinde belki ama buraların tüm gençleri haykırıyor: “Size ne! Karışmayın! Kendinize, o çok yücelttiğiniz ama riyakârlık dolu ilişkilerinize bakın, ailelerinize bakın. İnsanları ötekileştirmeden kafanızdaki büyük ağırlıklardan, basınçlardan arının da tanıyın.”
Ezcümle, tek tipleşmenin saltanatının yıkılmaya başladığını görebilmek mükemmel, Boysan bunu gösterenlerdendi işte. O gün kapıdan giren o üç genç başardı, Sedef şimdilerde CHP Beşiktaş Belediye Meclis üyesi, Çelik siyasi danışman. Ama Boysan, can Boysan şimdi yok. Zamansız rüzgâr onu ailesinden, sevdiklerinden kopardı, götürdü. Nereye derseniz bilmiyorum, ama buradan daha huzurlu olacağına emin olduğum bir yere gittiğini biliyorum.

Dr. Nimet Elif Uluğ Boğaziçi Üniv. Türk Dili ve Ed. Öğretim Üyesi

Bir cevap yazın